BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ

Anadolu Selçukluları Devleti'nin Kuruluşu

Anadolu Selçuklu Devleti, 1071 Malazgirt zaferini takip eden bir kaç yıl içinde büyük bir Türk nüfusunun Anadolu'ya yerleşmesiyle kurulmuştur.

Daha İran'da Selçuklu Devleti kurulmadan Anadolu'ya 1016 yılında başlayan ve 1040 yılına kadar devam eden Türk akınları bir keşif hareketinden ibaretti.

Devletin kurulmasından Malazgirt zaferine kadar süren otuz yıllık gazâ ve savaşlar, Anadolu'da Bizans mukavemetini kırmak ve burada yeni bir vatan kurmak bakımından büyük bir önem taşımaktadır.

Türk ve dünya tarihinin önemli dönüm noktalarından biri olan 26 Ağustos 1071 Malazgirt zaferi, Türklere Anadolu'nun kapısını kesin olarak açıyordu.

Kutalmışoğlu Süleyman Şah

Sultan Melikşâh, amcası Kavurd'un isyanını bastırdıktan sonra Anadolu'nun fethine daha fazla önem vererek büyük Türkmen beylerini bu fetih hareketiyle görevlendirdi. Bu sırada taht kavgaları sebebiyle zayıflamış olan Bizans İmparatorluğu Türk akınlarına fazla mukavemet edecek durumda değildi.

Nitekim Artuk Bey kumandasındaki Türk ordusu bugünkü İzmit yakınlarında Bizans birliklerini ağır bir yenilgiye uğrattı. İşte bu sıralarda Türkiye Selçuklu Devleti'nin kurucusu Kutalmuş-oğlu Süleymanşah'ı Anadolu'da görmekteyiz.

İlk zamanlar Sultan Melikşah'a muhalif bir tavır takınan, fakat halîfenin araya girmesiyle nihayet Anadolu'nun fethine memur edilmiş olan Kutalmış-oğulları, Melikşah'tan fethedecekleri ülkelerin emirlik fermanını da almışlardı. 1074 yılından itibaren Süleymanşah'ın Anadolu'da faaliyetleri tesbit edilebir.

Aynı yıl Antakya ve Haleb'i muhasara eden Süleymanşah, Suriye meliki Atsız ile ihtilafa düşmüş ve bunun üzerine Orta Anadolu'ya yönelerek 1077 yılında Konya'yı zabtetmiştir.

Bundan sonra Bizans'taki taht kavgalarına müdahale imkanını bulan ve bu sâyede fazla zorlukla karşılaşmadan bir çok şehir ve kaleyi ele geçiren Süleymanşah 1078'de İznik'i fethederek merkezini oraya nakletti. Böylece Türkiye Selçuklu Devleti'nin temelleri atılmış oluyordu.

Öte yandan Malazgirt zaferini müteakip Türklerin Anadolu'ya girmelerinin hristiyanlık bakımından neticelerini hassasiyetle kavrayan Papa VII. Gregorius 9 Temmuz 1073 tarihinde Bizans imparatoruna yazdığı bir mektupta Ortodoks ve Katolik kiliselerinin anlaşması zamanının geldiğini bildiriyor ve imparatorun müsait davranması üzerine bütün hristiyanlara hitaben 2 Şubat ve 1 Mart 1074 tarihli meşhur mektuplarını neşrediyordu.

Buna göre, Gregorius, Haçlı Seferleri'nin ilk alarmı sayılan bu davetinde Türklerin tehlikeli ilerleyişini açıkladıktan ve Müslümanların hristiyanları "koyun gibi boğazladıklarını" şiddetli bir dille iddia ettikten sonra din kardeşlerini kurtarmak üzere, Türklere karşı Bizans İmparatorluğu'nun yardımına koşmak lüzumunu ilân ediyordu. Ancak bu alarm, Papa ile Roma-Germen imparatoru IV. Henri arasındaki anlaşmazlık yüzünden o sırada bir tesir meydana getirememiştir.

Süleymanşah fetihlerine devam ederek kısa zamanda Bizans aleyhine hudutları oldukça genişletti. 1080 yılında İznik'i Türklerden geri almak gayesiyle adı geçen şehir önlerine gelmiş olan Bizans ordusunu ağır bir mağlûbiyete uğrattıktan sonra Üsküdar'a kadar ilerleyen Süleymanşah, burada kurduğu gümrük daireleri ile Boğaz'dan geçen gemilerden gümrük vergisi almağa başladı.

Fakat Aleksios I. Komnenos'un Bizans tahtına geçmesinden sonra durum Bizans lehine gelişmeğe başladı. Türk birlikleri yavaş yavaş geri çekilmek zorunda kalıyorlardı. Fakat Aleksios'un Balkanlar'da durumu hiç de iyi değildi. İmparator Balkanlar'daki Peçenek ve Norman tehlikesi karşısında bu sırada Kilikya cephesinde olan Süleymanşah'a müracaat ederek vergi karşılığında barış istedi. Doğu ve güney cephesinde meşgul bulunan Süleymanşah, Aleksios'un bu teklifini kabul etti.

Yapılan anlaşmaya göre iki devlet arasında, Kocaeli yarımadasındaki Drakon çayı hudut olacak ve aynı zamanda Türkler Bizans imparatoruna yardım edeceklerdi (1082). Batı hududundan emin olan Süleymanşah, Anadolu'da ayrı noktalar halinde kalan Bizans kalelerini zabta başladı. Tarsus, Adana, Misis, Anazarva (Ayn-ı Zarba) ile Kilikya'nın bazı şehirlerini ele geçirmiş ve Malatya'yı haraca bağlamıştır.

Anadolu'nun Türkler tarafından fethi sırasında Doğu Anadolu'da bulunan Ermeniler batıya çekilerek Kilikya ve Urfa taraflarında yeni yeni siyâsî teşekküller kurmaya başlamışlardı. Bunlardan birisi de Antakya'ya hâkim olan Ermeni Philaretos idi. Ancak Philateros, hiç bir kimse tarafından sevilmemiş, kendi yurttaşlarının ağır suçlamalarına ve oğlunun bile hiyanetine hedef olmuştu.

Nitekim oğlu Barsam, hapisten kaçarak İznik'e gitti ve Süleymanşah'ı Antakya'nın fethine teşvik etti. Süleymanşah yeter miktarda kuvvetle, kimseye sezdirmemek için yalnız geceleri ilerleyerek 12 günde Antakya'ya geldi ve tespit edilen noktalardan şehre girerek, halkının da desteği ile kolaylıkla şehri ele geçirdi (1084 Aralık).

Süleymanşah'ın el-Cezîre ve Suriye'nin kilit noktası durumundaki Antakya müstahkem şehrini zabtetmesi Suriye meliki Tutuş ile aralarının açılmasına sebep oldu ve Süleymanşah'ın Nisan 1086 tarihinde Haleb'i kuşatması iki Selçuklu şehzâdesini savaşa götürdü. Ayn-ı Seylem mevkiinde yapılan savaşda ordusu dağılan Süleymanşah mağlûp oldu ve hayatını kaybetti (4 Haziran 1086). Sultan Melikşâh'a bağlı olan Süleymanşah, on yıl gibi kısa zamanda Anadolu'nun büyük bir kısmını fethetmiş ve burada yeni bir Türk devletinin temellerinin atmıştı.

Yaptığı fetihler İslâm aleminde büyük bir sevinç yaratmış, Abbâsî halîfesi ona sancak ve hil'at göndermiş ve "Nâsır'üd-Devle Ebu'l-Fevâris" lâkabını vermişti. Süleymanşah, Müslüman olmayan ülkelerde fetih yaptığından dolayı Gazî unvanını da almıştı.

Süleymanşah'ın ölümünden sonra İznik'te vekil bırakmış olduğu Ebu'l-Kasım, yeni kurulmakta olan Türkiye Selçuklu devletinin dağılmasını önlediği gibi Bizans'a karşı başarılı akınlar yapmıştır.

Fakat Emir Porsuk'un İznik üzerine yürümesi ve İmparator Aleksios Komnenos'un Porsuk'a karşı bir ittifak teklif etmesi üzerine Ebu'l-Kasım İstanbul'a giderek Bizans ile anlaşma yapmak mecburiyetinde kaldı. Porsuk İznik'i muhasara etti ise de Bizans imparatorunun yardımcı kuvvetler göndermesi üzerine muhasarayı kaldırdı.

Emir Porsuk üç ay devam eden kuşatma esnasında şehri ele geçiremeyince Sultan Melikşah onu geri çağırarak yerine Urfa emiri Bozan'ı tayin etti. Bozan İznik'i kuşattı ve etrafa akınlar yapmaya başladı.

Vaziyetin nezaketi dolayısiyle Ebu'l-Kasım, Aleksios Komnenos'tan yardım istedi. Çevirdiği entrikalarla Türkleri birbirine düşürmeğe gayret sarfeden Aleksios bunu bir fırsat bilerek Ebu'l-Kasım'ın yardım isteklerini cevapsız bıraktı.

Artık kurtuluş ümidi kalmayan Ebu'l-Kasım, Sultan Melikşah'dan af dilemek için Isfahan'a gitti. Burada da yüz bulamayınca tekrar Anadolu'ya dönmek zorunda kaldı ve yakalanarak Emir Bozan tarafından öldürüldü.

Onun yerine geçen kardeşi Ebu'l-Gazi devleti ayakta tutmasını bildi. Sultan Melikşah'ın ölümüyle oğulları arasında saltanat kavgaları başlayınca Süleymanşah'ın oğlu Kılıç Arslan, Horasan'dan gelerek İznik'te Türkiye Selçuklu Devleti'nin ikinci hükümdarı sıfatiyle (1093) başlarında tahta oturdu.

Sultan I. Kılıç Arslan İznik'te Selçuklu tahtına geçtiği sırada Anadolu'nun muhtelif yerlerinde Saltuk, Danişmend, Mengücük-oğulları ve İzmir'de Çaka Bey müstakil hükümdar gibi hareket ediyorlardı. Dolayısiyle Anadolu Türk birliğinden söz edilemezdi.

İzmir'i devletine merkez yapan Çaka Bey, Adalar denizinde meydana getirdiği ilk Türk donanması ile bir çok zaferler kazandıktan sonra Balkanlar'daki Peçenek Türkeleri ile ittifak yaparak Bizans imparatorunu ortadan kaldırmak tasavvurunda idi. Kılıç Arslan bu kudretli Türk beyi ile münasebete girişmiş ve onun kızıyla evlenmişti. Anadolu sultanı sıfatiyle kendisine tâbi olması gereken Çaka'nın bu derece kuvvetlenmesi Selçuklu sultanını endişelendiriyordu.

Kılıç Arslan ile Çaka arasındaki durumdan maharetle faydalanmasını bilen Bizans imparatoru, çeşitli entrikalarla Kılıç Arslan'ı onun aleyhine tahrik etti ve ittifak yapmayı başardı. Nihayet iki hükümdar müştereken Çaka'ya karşı harekete geçtiler. İkisine karşı koyamayacağını farkeden Çaka, Kılıç Arslan'ın yanına gitti. Kılıç Arslan onu görünüşte iyi bir şekilde karşıladı, fakat tertiplenen ziyafette daha önce hazırlanan plân gereğince idam ettirdi (1094).

Çaka'nın ortadan kaldırılması ve Bizans imparatoru ile anlaşma yapılmasıyla batı hududlarını emniyete alan Sultan Kılıç Arslan, doğuya yönelerek Ermeni Gabriel'in elinde bulunan Malatya'yı muhasara etti. Muhsara devam ederken Haçlı ordularının Anadolu'ya doğru ilerlemekte olduklarını haber alınca muhasarayı kaldırmak zorunda kaldı (1096).

Anadolu'nun ve arkasından da Filistin ve bilhassa Kudüs'ün Selçuklular tarafından fethi, Bizans imparatorlarının papalar nezdindeki teşebbüsleri, yavaş yavaş Avrupa'da Müslümanlara karşı bir hareketin başlamasına sebep oldu. Bilhassa Aleksios Komnenos'un 1091 yılında Papa II. Urbain'e müracaat ederek yardım istemesi ve onun da çalışmaları neticesinde o zamana kadar tarihin en büyük askerî harekâtı olan Haçlı Seferleri başlamıştır.

1095 yılında Papa II. Urbanus, Kudüs'ü kurtarılması için bir konferans düzenlemiş, bütün Hıristiyanlara savaş için çağrı yapmış ve gerçekten onları etkilemişti. Haçlı ordusunun ilk toplanma yeri Fransa oldu. Sonra bu ordu Almanya'da toplananlarla birleşti. Macaristan'da ve Balkanlar'da toplananlar da yolda onlara katıldı.

Bunların manevi liderleri aynı zamanda rehberleri iki keşiş idi. Bizans kapılarına dayandıkları zaman onların bir çoğu çapulcu alayından başka bir şey olmadığını gören imparator, kurtarıcı olmaktan ziyade batırıcı, yağmalayıcı olacaklarını anlayarak korktu. Hiç bekletmeden, Boğazdan Anadolu yakasına geçmelerini sağladı. Pierre L'ermit idaresindeki çapulcu Haçlı grubu İzmit yakınlarında Kılıç Arslan'ın kardeşi Davud tarafından imha edildiler. Fakat kısa bir süre sonra kontların, düklerin ve şövalyelerin idaresindeki muntazam Haçlı birlikleri gelince Türkler geri çekilmek zorunda kaldılar.

Haçlılar Anadolu Selçuklu devletinin merkezi İznik'i muhasara ettiler. Muhasara devam ederken Kılıç Arslan yetişti, ancak sayı ve techizat bakımından çok üstün olan Haçlı kuvvetleri karşısında, düşmana ağır kayıplar verdirmesine rağmen muhasarayı kıramadı. Muhasaranın uzamasının daha büyük kayıplara mal olacağını farkeden Türkler, Bizans imparatoru ile anlaşarak şehri ona teslim ettiler (Haziran 1097). Kılıç Arslan da savaş taktiğini değiştirerek Eskişehir'e doğru çekilmeğe karar verdi.

Haçlılar'ın ilerleyişi karşısında Dânişmend Gazi ve Kayseri hâkimi Emir Hasan ile ittifak yaparak onların kuvvetleriyle birlikte Eskişehir ovasına çıkan vadiyi tuttu. Eskişehir ovasında Temmuz ayında cereyan eden bu tarihî meydan savaşında her iki taraf da kahramanca döğüştü. Fakat düşmanın büyük üstünlüğü ve özellikle Türk silahlarının zırhlı Haçlı şövalyelere tesirsizliği karşısında Kılıç Arslan daha fazla kayıp vermemek için savaş sahasını terk etti. Bundan böyle Haçlılarla meydan savaşı yerine, onların geçeceği bölgelerde su kuyularını kapatarak, ekinleri tahrip ederek ve meskun yerleri boşaltarak yıpratma taktiğine başvurdu.

Haçlılar Orta Anadolu'yu geçerken çok zayiat verdiler. Kılıç Arslan, Dânişmend Gazi ve Emir Hasan ile birlikte Ereğli'de yeniden Haçlıların karşısına çıktı, fakat yine başarılı olamadı. Haçlıların İznik'i zabtetmesi üzerine Konya'yı kendisine merkez yapan Kılıç Arslan, bu sırada harekete geçen Bizans imparatoru Aleksios'a karşı gerekli kuvvetleri gönderememiş ve Eskişehir-Antalya hattına kadar olan topraklar Bizans'ın eline geçmişti.

I. Haçlı Seferinde elde ettikleri bu başarı ile Avrupalılar bazı Türk-İslam ülkelerinde küçük Frank devletlerinin kurulmasını sağladılar: Urfa Kontluğu (1098-1114), Antakya Prensliği (1098-1268), Trablus Kontluğu (1109-1289) ve Kudüs Krallığı (1110-1268) gibi.
Bununla beraber Antakya Kontu Bohemond'un Dânişmendliler tarafından esir edilmesini müteakip Kılıç Arslan 1101 yılında harekete geçen Haçlı birliklerini birbiri arkasından Amasya yakınlarında ve Ereğli'de imha etti (1102).

Haçlılara karşı kazanılan bu son zafer, Selçuklulara, sarsılan emniyet ve itimatlarını iade ettiği gibi Haçlılara ve Bizanslılara Anadolu'dan geçmenin zorluklarını gösterdi. Bununla beraber daha önce Haçlılara karşı ittifak yapmış olan Kılıç Arslan ile Dânişmend Gazi'nin arası açıldı. Danişmend Gazi, Kılıç Arslan'ın meşguliyetinden faydalanarak Malatya'yı zabtetti (1102).

Bu arada Bohemond'dan alınan fidye meselesi de aradaki soğukluğu iyice artırdı. Nihayet 1104 yılında Danişmend Gazi'nin ölümü üzerine Kılıç Arslan iki aylık bir kuşatmadan sonra Malatya'yı zabtetti (2 Eylül 1106).

Bundan sonra Bizans imparatoru ile sulh yapıp batı hudutlarını emniyete aldıktan sonra Harran'ı ve Suriye meliki Dokak'ın elinde bulunan Meyyafarikin'i ülkesine kattığı gibi Diyarbekir ve Musul bölgelerine de hâkim oldu.

Bu gelişmeler karşısında Emir Cavlı, Artukoğlu İlgazî ve Melik Rıdvan, Kılıç Arslan'a karşı ittifak yaptılar. İki taraf Habur nehri üzerinde karşılaştı. Haziran 1107 tarihinde meydana gelen muharebede Kılıç Arslan'ın birlikleri mağlûp oldu; kendisi de esir olmamak için atıyla birlikte Habur suyuna daldı, fakat zırhların ağırlığı sebebiyle boğuldu.

Sultan I. Kılıç Arslan, Türkiye Selçuklu devletinin gerçek kurucusudur. Bütün ömrü Bizans, Haçlılar ve Anadolu'da Türk birliğini sağlamak için mücadele ile geçmiştir. Devrin Müslüman ve hristiyan kaynakları onun âdil ve cesur bir hükümdar olduğunda ittifak hâlindedirler.

Şahinşah Dönemi (1110-1116)

Sultan I. Kılıç Arslan'ın ölümü ve bu sırada Musul'da bulunan 11 yaşındaki oğlu Şahinşâh'ın Emir Cavlı tarafından yakalanarak Isfahan'a götürülmesi üzerine Türkiye Selçuklu tahtı boş kaldı.

Bu vaziyet Selçuklu devletini oldukça sarsmıştı. Başta Bizans imparatoru Aleksios Komnenos olmak üzere Haçlılar ve Ermeniler harekete geçerek Türklerin elindeki bazı şehir ve kaleleri zabtettiler.

1110 yılında Şahinşâh, Anadolu'ya dönerek Konya tahtına oturdu. Onun devletin başına geçmesiyle kısa sürede toparlanan Türkler, Bizanslılara karşı bazı başarılar kazanarak batı hudutlarını genişlettiler (1113).

1116 yılında İmparator Aleksios Komnenos umumî bir hücuma geçerek Akşehir'e kadar ilerledi ve burada yapılan savaşta Şahinşâh'ı mağlûp etti; fakat seferin asıl hedefi olan Konya'yı zabtetme fikrinden de vazgeçerek İstanbul'a döndü.

İmparatorun çekilmesini müteakip Şahinşâh, kardeşi Mes'ûd'un isyanıyla karşı karşıya geldi. İki kardeş arasında taht kavgaları 1116 yılına kadar devam etti ve Mes'ûd, kayınpederi Danişmendli Emir Gazî'nin yardımı ile Konya tahtını ele geçirdi.

Sultan Mes'ud (1116-1155)

Sultan Mes'ûd'un tahta çıkışından bir müddet sonra imparator Aleksios Komnenos'un ölümü ve yerine II. loannes Komnenos (Yuannis)'in geçmesi (1118) üzerine iki taraf arasında mücadeleler yeniden başladı. Türkler Denizli'yi aldılar. Fakat yeni imparator 1119 ve 1120 yıllarında yaptığı iki seferle Denizli başta olmak üzere bazı şehirleri zabtetti. Fakat Balkanlar'da Peçeneklerin görünmeleri, imparatoru bu cepheye dönmeye mecbur etti.

Sultan Mes'ûd uzun müddet kayınpederi Emir Gazî ile işbirliği yapmak zorunda kaldı. Bizans ve Haçlılara karşı yaptığı savaşlarla ülkesini bir hayli genişletmiş olan ve Abbâsî halîfesi tarafından "Melik" unvanı verilen Emir Gazî Anadolu'nun en kuvvetli hükümdarı haline gelmişti. Sultanlık Selçuklularda olmakla beraber artık Anadolu hâkimiyeti Danişmendlilere geçmişti.

Sultan Mes'ûd'un Emir Gazî ile işbirliği yapması, Ankara ve Kastamonu taraflarına hâkim bulunan kardeşi Melik Arab'ı tahtı ele geçirmek için harekete geçirdi. Emir Gazî'nin Artuklularla meşgul olmasından faydalanan Melik Arab, kardeşi Mes'ûd ile yaptığı savaşı kazandı. Sultan Mes'ûd Bizans imparatorundan yardım istemek zorunda kaldı. loannes Komnenos, Türklerin birbirleriyle savaşmasından istifade ederek Kastamonu'yu zabtetti.

Diğer taraftan Emir Gazî'nin yardıma gelmesi neticesinde Melik Arab mağlûp ve Kilikya'ya kaçmağa mecbur edildi. 1127 yılında Melik Arab, Türk ve Ermenilerden topladığı kuvvetlerle harekete geçti. Emir Gazî ile aralarında birkaç defa daha savaş oldu ve neticede Melik Arab Bizans'a kaçarak tarih sahnesinden çekildi.

Sultan Mes'ûd 1134 yılında kayınpederinin ölümüne kadar âdeta onun himayesinde idi. Babasının yerine geçen Melik Muhammed ile Sultan Mes'ûd müştereken hareket ederek Bizans aleyhine hudutlarını genişletiyorlardı. Ancak 1143'te Melik Muhammed'in ölümüyle Sultan Mes'ûd üzerindeki Danişmendli baskısı kalkmış oldu. Dadişmendli şehzâdeler arasındaki taht kavgalarından istifade ederek Ankara, Çankırı ve Kastamonu'yu Danişmendlilerden geri aldı (1143).

Bir yıl sonra da Elbistan'ı ülkesine kattı. Bu süratli gelişme ile yeniden Anadolu'nun en kuvvetli hükümdarı haline gelen Sultan Mes'ûd, Musul Atabegleri ile Artuklular arasındaki mücadelelerden faydalanarak doğuya doğru hudutlarını genişletirken kendisine bağlı Türkmen akıncıları da Menderes ve Gediz vadilerini takiple batıya doğru ilerliyorlardı.

Bu gelişmeler karşısında Bizans imparatoru Manuel Komnenos, Türkleri Anadolu'dan atmak için büyük bir ordu ile harekete geçti. Batı Anadolu'daki bazı şehirleri zabtettikten sonra Selçuklu başkenti Konya üzerine yürüdü. Akşehir'de bulunan Selçuklu kuvvetlerini bozguna uğratıp bu şehri tahrip ettikten sonra Konya'ya doğru ilerledi.

Sultan Mes'ûd bu haber üzerine süratle doğudan döndü. Aksaray'da ordusunu hazırlayarak Konya önünde imparator'un karşısına çıktı. Bizanslılar Konya civarını çok tahrip etmişler ve halkı öldürmüşlerdi. Selçukluların savaş taktiği karşısında çok zayiat verdiler ve mağlûp olarak geri çekilmek zorunda kaldılar.

Yeni Haçlı Seferleri

Sultan Mes'ûd, Anadolu'da kuvvet ve kudretini sağlamlaştırdığı sırada İmadeddin Zengin 1144 yılında Urfa Haçlı kontluğunu ortadan kaldırmıştı. Türklerin bu başarısı Haçlıları endişeye sevkettiği gibi Avrupa'da büyük bir heyecan uyandırdı.

Alman imparatoru III. Konrad ve Fransa kralı St. Louis, bizzat ordularının başında olarak harekete geçtiler. St. Louis'den önce İstanbul'a varan Konrad, İmparator Manuel tarafından derhal Anadolu'ya geçirildi. Birinci Haçlı seferi yolunu takip eden Konrad, Eskişehir ovasına geldiği zaman karşısında Sultan Mes'ûdu buldu. Ekim 1147 tarihinde cereyan eden savaşta Almanlar, Selçuklular karşısında ağır bir mağlûbiyete uğrayarak geri çekildiler. Sultan Mesud, Alman İmparatorunun 75,000 kişilik ordusunu Ceyhan yakınlarında karşıladı. Yapılan korkunç savaşta Alman İmparatoru sadece 5,000 kişi ile canını kurtarabilmiş, güç bela İznik'e sığınmıştı.

Alman ordusunu mağlûbiyet haberini alan St. Louis, Orta Anadolu'ya girmekten çekinerek Efes-Denizli-Antalya yolunu takibe mecbur olmuştu. Bununla beraber yolda Türkmenlerin hücumlarına maruz kalan ve bir hayli zayiat veren St. Louis, Antalya'da gemilerle Akkâ'ya gidebildi. Fransa kralının komutasındaki ordu 150,000 kişilik idi. Bu ordu da Yalvaç yakınında mağlup edildi ve ağır kayıplar verdirildi. Sağ kalanlar, Alman ordusunun canını kurtarabilen 5,000 kişilik birliği ile birleştiler ve ancak deniz yoluyla Akka'ya çıkabildiler.

Haçlılara karşı kazandığı zaferi müteakip Sultan Mes'ûd 1149 ve 1150 seferleri ile Suriye Haçlılarını mağlûp ederek Maraş, Göksun, Ayıntâb, Ra'ban ve Delûk'u fethetti. Sivas ve Malatya Danişmendlilerini tâbiiyetine alarak Kilikya'ya girdi ve 1154 yılında bu bölgede Ermenilerin elinde bulunan bazı şehir ve kaleleri zabtetti. Bütün Kilikya'yı fethe karar verdiği sırada çıkan veba salgını sebebiyle süratle geri döndü. Sultan Mes'ûd 39 yıllık saltanattan sonra 1155 yılında vefat etti.

Basiretli bir siyaset ve sabırlı bir mücadele ile Türkiye Selçuklu Devleti'ni yok olmaktan kurtaran Sultan Mes'ûd, Konya civarında inhisar eden devleti Anadolu'ya hâkim bir hâle getirmiştir. Haçlılara karşı kazandığı zaferler onu Türkün ve İslam'ın büyük mücahidleri arasına dahil etmiştir. Adaleti ve sağlam idaresi sayesinde hristiyanları bile Bizans'tan koparıp kendisine bağlamıştı. Selçuk Devleti'nin ilk imar ve medenî tesisleri de onunla ortaya çıkmaya başlamıştır.

II. Kılıç Arslan (1155-1192)

Sultan Mes'ûd ölümünden kısa bir süre önce ülkesini üç oğlu arasında taksim etmişti. Başkent Konya ve havalisini alan ve kardeşlerinin üstü durumunda olan Kılıç Arslan, babasının yerine Selçuklu tahtına geçti, fakat kardeşlerinin muhalefetiyle karşılaştı.

Önce kendisine rakip saydığı ortanca kardeşini bertaraf etti. Bundan korkan küçük kardeşi Şahinşâh, Ankara ve Çankırı taraflarına kaçarak Danişmendli emîri Yağı-basan ile işbirliği yaptı. Taht kavgalarının başlaması II. Kılıç Arslan'a karşı Bizans, Ermeni ve Nureddin Mahmud'un harekete geçmelerine sebep oldu. Sultan önce Danişmendli Yağı-basan ile anlaştı, bundan sonra Ermenileri sindirdi ve arkasından da Nureddin'e karşı harekete geçerek Ayıntâb'ı zabtetti.

Kılıç Arslan'ı artan kudreti ve kazandığı başarılar düşman ve rakiplerini daha sıkı bir işbirliğine sevketti. Ordusu ile Kilikya'da bulunan Bizans imparatoru Manuel Komnenos 1159 yılında Nureddin Mahmud ile Kılıç Arslan'a karşı ittifak yaptı. Kilikya seferinden dönerken ordusunun Kütahya civarında Türkmenler tarafından baskına uğratılması sultan ile imparatorun aralarının iyice açılmasına sebep oldu.

Ertesi yıl Türklere karşı sefere çıkan imparator Eskişehir civarında yine Türkmenler tarafından oldukça hırpalandı. Manuel Komnenos, Kılıç Arslan'a karşı Suriye'deki Franklardan yardım istediği gibi Yağı-basan ile Ankara ve Çankırı taraflarını elinde bulunduran Şahinşâh ile de gizli antlaşmalar yaptı.

Sultan Kılıç Arslan bütün siyasî faaliyet ve entrikaların merkezi olan imparator ile bizzat anlaşmak üzere 1162 yılında İstanbul'a gitti. İmparator Manuel, onun bu gelişini Bizans'ın düşmanlarını biribirine ezdirmek siyasetine uygun olarak büyük bir merasimle sultanı karşıladı ve ağırladı. İki hükümdar arasında varılan antlaşmaya göre karşılıklı yardımlaşma ve Türkmenlerin Bizans'a akın yapmamaları kabul edildi.

Sultan II. Kılıç Arslan batı hudutlarını emniyet altına aldıktan sonra doğuya dönerek Danişmendliler üzerine yürüdü, Elbistan, Darende ve Tohma suyu boyunu zabtetti (1165). Bu sıralarda Yağı-basan ölmüş ve yerine Zu'nnûn geçmişti. II. Kılıç Arslan bu durumdan istifade ederek Kayseri ve Zamantı havalisini ülkesine kattı. Ankara ve Çankırı havalisini kardeşi Şahinşâh'ın elinden aldı (1169). Kılıç Arslan'ın Malatya'yı kuşatması, Nureddin Mahmud'u harekete geçirdi. Ancak bu iki kudretli şahıs arasında bir savaş olmadı.

1174 yılında Nureddin Mahmud'un ölümü, Selçuklu sultanını bu kudretli rakibinden kurtarmıştı. Artık Anadolu'da Türk birliğini kurmak için engel kalmamıştı. Ertesi yıl Sivas, Tokat ve Niksar ile bütün Danişmend ilinin zabtı tamamlandı. Rakipleri kurtuluşu Bizans impatarotuna sığınmakta buldular.

Myriokephalon Savaşı (1176)

Sultan II. Kılıç Arslan'ın bu başarıları Bizans imparatorunun gözden kaçmıyordu. Aynı zamanda İstanbul'da yapılan anlaşmanın hilafına Türkmen akıncıları Bizans'a karşı akınlara yeniden başlamışlardı. Bu gelişmeler Türkiye Selçuklu sultanlığı ile Bizans imparatorluğunu yeniden karşı karşıya getirdi. İmparator Manuel Komnenos, aleyhindeki bu gelişmeleri kökünden halletmek için Türkiye Selçuklu devletini yıkmak kararı ile büyük bir ordunun başında olduğu halde yürüyüşe geçti. Yapılan sulh tekliflerini kesinlikle reddederek Denizli istikametinde ilerledi. Onun asıl hedefi Konya'yı zabtetmekti.

Türkmenler, bir taraftan çete harbine devam ederek Bizans ordusunu hırpalarken, diğer taraftan da onları Denizli'den sonra Eğridir gölünün kuzeyinde Kumdanlı'da dar ve sarp Myriokephalon vadisine sokmağa muvaffak oldular. Zaten sultanın istediği de yıpranmış düşmanını bu vadide karşılamaktı. Bizans kuvvetleri vadiye girdikten sonra yamaçlarda pusu kurmuş olan Türkler Bizans ordusunu ok yağmuruna tuttular. Vadinin giriş ve çıkışı da Türkler tarafından tutulmuştu. Eylül 1176 tarihinde meydana gelen savaşta Manuel ağır bir hezinete uğradı. İmparator Batı Anadolu'daki istihkâmları tamamen ortadan kaldırmak ve ağır bir tazminat ödemek şartıyla İstanbul'a dönebildi.

O zamana kadar hristiyan dünyasında bir nevi "Türklerin işgali altındaki memleket" olarak telâkki edilen Anadolu'nun bu zaferle kesin olarak Türk yurdu olduğu ortaya konmuştur. Diğer taraftan Birinci Haçlı Seferi'nden beri hücumda olan Bizans imparatorluğu bu tarihden itibaren savunmaya çekilmek zorunda kalmıştır. 1071 Malazgirt zaferi Türklere Anadolu'nun kapılarını açmış ve 1176 Myriokephalon zaferi de burasının artık Türklerden geri alınamayacağını ortaya koymuştur.

Bizans gailesini ortadan kaldıran Kılıç Arslan, yıllardan beri kendisini meşgul eden Danişmendliler üzerine yürüdü ve Malatya'yı alarak bu devlete son verdi. Ancak bu sefer de karşısına Eyyûbî hükümdarı Selâhaddîn Eyyûbî çıktı. Aradaki küçük beyliklerin tahriki bu iki kuvvetli hükümdarı karşı karşıya getirdi. Sultan Kılıç Arslan'ın mutedil tutumu sâyesinde anlaşma sağlandı. Diğer taraftan Türkler, Kilikya Ermeni krallığının elinde bulunan bazı şehir ve kaleleri alarak Silifke'ye kadar hudutlarını genişlettiler. Bizans imparatorunun antlaşma gereğince istihkâmları yıktırmaması batıdaki fetihlerin yeniden başlamasına imkân verdi. 1182 yılında geniş bir fetih hareketi ile Uluborlu, Kütahya ve Eskişehir zabtedilerek hudut Denizli'ye kadar genişletildi. Antalya uzun müddet kuşatıldı ise de alınamadı.

Sultan II. Kılıç Arslan uzun ve şerefli bir mücadele hayatından sonra ihtiyarlamış, yorulmuş ve artık seferlere çıkamaz olmuştu. Bu sebeple ülkesini 11 oğlu arasında taksim etti. Kendisi Konya'da oturuyor ve metbû hükümdar mevkiinde onlara nezaret ediyordu. 11 şehzâde sözde babalarına bağlı olup, iç ve dış işlerinde tamamen müstakil hareket ediyordu. Sultan ülkesini oğulları arasında taksim etmekle son günlerini huzur içinde geçireceğini umuyordu, fakat çok geçmeden oğulları arasında taht kavgaları başladı (1185).

Üçüncü Haçlı Seferi

Anadolu'da şehzâdeler arasında taht kavgaları devam ederken Selâhaddîn Eyyûbî'nin Kudüs'ü fethetmesi (1189) üzerine Avrupa'da yeni bir Haçlı seferi hazırlıkları yapılıyordu. Alman imparatoru I. Friedrich Barbarossa kumandasındaki üçüncü Haçlı orduları Anadolu'ya girdi.

Kardeşler arasındaki mücadeleler sebebiyle Haçlılara karşı koyamayacağını anlayan sultan onların Anadolu'dan geçmelerine izin verdi. Fakat Akşehir'de sultanın oğlu Melikşah'ın Haçlılar ile savaşması üzerine Friedrich Barbarossa Konya'ya gelerek şehri işgal etti. Haçlılar burada fazla kalmayarak Kudüs'ü kurtarmak üzere Kilikya'ya doğru hareket ettiler.

Sultan Kılıç Arslan son günlerini oğullarının elinde bir oyuncak olarak geçirdi. Nihayet aradığı huzuru Uluborlu meliki oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev'in yanında buldu. Onunla beraber Konya'yı Melikşah'ın elinden almak için harekete geçti. Halkın yardımı ile şehri ele geçirdi.

Daha sonra Aksaray'a giderek burasını kuşattığı sırada hastalandı ve Konya'ya dönerken öldü. Sultan II. Kılıç Arslan siyâsî kudreti, askerî zaferleri, irade ve enerjisi, geniş görüşü ile Türk tarihinin büyük simalarından birisidir. otuz yedi yıllık saltanatı esnasında Anadolu'da Türk birliğini kısmen gerçekleştirmiş ve ülkenin imar ve gelişmesine büyük gayret sarfetmiştir.

Yükseliş Devri

Sultan II. Kılıç Arslan'ın ölümünden sonra şehzadeler arasındaki taht kavgaları daha da şiddetlendi. İhtiyar babasına iyi davranarak veliaht tayin edilen ve onun sayesinde Konya tahtını ele geçiren Uluborlu meliki Gıyaseddin Keyhüsrev'in sultanlığı diğer kardeşleri tarafından kabul edilmedi.

Gıyaseddin Keyhüsrev, bir yandan kardeşleri ile mücadele ederken diğer yandan da Bizans imparatoru III. Aleksios Komnenos ile savaşıyordu.

Selçuklu tahtı hususunda onun en kudretli rakibi, askerî bakımdan kendisinden güçlü olan Tokat mekili Rukneddîn Süleymanşah idi. Süleymanşah, kardeşlerini kendisine tabi duruma getirdikten sonra asıl hedefi olan Konya üzerine yürüdü. Onunla savaşamayacağını bilen Gıyaseddin Keyhüsrev, kardeşinin canına dokunmayacağı hususunda teminat vermesi üzerine Konya'yı terk etti ve Anadolu'dan sonra İstanbul'a gitti (1197).

Rukneddin Süleymanşah (1197-1204)

Süleymanşah, Anadolu'da sarsılmış olan Türk birliğini yeniten kurmak maksadıyla kardeşlerinin elinde bulunan Amasya, Niksar ve Elbistan'ı itaat altına aldı. Bu mücadelelerden faydalanan Bizans imparatoru doğrudan doğruya olmasa bile Karadeniz sahillerinde harekete geçti.

Süleymanşah bu gelişmeleri önleyerek imparator ile antlaşma yaptıktan sonra Torosların kuzeyine akınlara başlamış olan ve bazı kaleleri zabteden Kilikya Ermeni kralı II. Leon'u mağlûp ederek onları Toroslar'ın güneyine çekilmeğe mecbur etti. Bizans imparatorunu haraca bağladıktan ve Ermeni krallığını cezalandırdıktan sonra Doğu Anadolu'ya yönelerek Malatya'yı aldı.

Diğer taraftan Erzincan Mengücük-oğulları ile Artuk-oğullarını kendisine bağladı. 1202 yılında Erzurum'u ülkesine katarak Saltuklulara son veren Süleymanşah Gürcüler ile komşu oldu. Aynı yıl içinde Sarıkamış yakınlarında Gürcüler ile yapılan savaşı kaybeden Süleymanşah, kardeşi Mes'ûd'un elinden Ankara'yı aldıktan sonra ikinci Gürcistan seferine çıkarken Konya ile Malatya arasında vefat etti (6 Temmuz 1204).

Gıyaseddin Keyhusrev (1204-1211)

Yerine geçen oğlu III. Kılıç Arslan'ın çocuk yaşta olması sebebiyle Selçukluların hizmetine girmiş olan Danişmenli beyleri Emir Mubarizeddin Ertokuş ile anlaşarak hala İstanbul'da bulunan Gıyaseddin Keyhüsrev'i Konya tahtına davet ettiler. Bu sırada İstanbul Latinler tarafından işgal edilmiş ve Bizans imparatorluğu parçalanmıştı. Gıyaseddin Keyhüsrev uçtaki Türkmenlerden topladığı birliklerle Konya üzerine yürüdü ve bir aylık bir muhasaradan sonra şehri ele geçirerek ikinci defa olarak Selçuklu tahtına geçti (Şubat 1205).

Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev kısa sürede dahilde sükûneti sağladıktan sonra ve İznik imparatoru Theodoros Laskaris ile anlaşma yaptıktan sonra Karadeniz ticaret yolunu tehdit eden ve bu sahillerde yerleşmeye çalışan Trabzon Komnenoslarına karşı bir sefer yaptı. 1206 yılında yapılan bu seferde Aleksios Komnenos mağlûp edilerek bir müddet için kapanmış olan Karadeniz ticaret yolu açıldı. Gıyaseddin Keyhüsrev, ticarî ve iktisadî bakımdan memleketin içinde bulunduğu şartları takdir ve buna uygun bir siyaset takip ederek Karadeniz seferini müteakip bizzat ordusunun başında Antalya'yı kuşattı.

Anadolu'nun önemli ithal ve ihrac limanlarından birisi olan Antalya bu sıralarda Aldo Brandini adında bir İtalyanın elinde bulunuyordu. Ancak Kıbrıs'tan gelen yardım üzerine sultan şehri zabtedemedi. Bununla beraber şehirde Latinler ile ihtilafa düşen Rum ahali sultanı şehre davet etti. Ve Mart 1207 tarihinde Antalya fethedildi. Selçuklu tahtındaki değişiklikten faydalanmak isteyen Kilikya Ermeni kralı II. Leon'a karşı yapılan sefer zaferle neticelendi ve onun zabtettiği yerler geri alındı (1209). Bunu Eyyûbîlerin Kuzey Suriye ve Anadolu'daki faaliyetlerini önlemek takip etti.         

Gıyaseddin Keyhüsrev'in Karadeniz, Akdeniz kıyılarında ve Ermenilerin karşısında kazandığı zaferler İznik imparatoru Theodos Laskaris ile aralarını açtı. Diğer taraftan Laskaris'in kuvvetlenmesi de Selçuklu sultanını kuşkulandırıyordu. Dış tahrikler ve imparatorun yıllık vergiyi ödememesi Gıyaseddin Keyhüsrev'i İznik imparatoruna karşı sefer yapmasına sebep oldu. Sultan ordusu ile hareket ederken yanına eski imparator Aleksios'u da almıştı; onu tahtına iade etmek istiyordu. İki ordu Alaşehir hududunda karşılaştı. Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev iki taraf arasındaki savaşta şehid edildi ve Selçuklu ordusu mağlûp oldu (1211).


Yazdır   e-Posta

You have no rights to post comments